ALGOS'UN SANRILARI
ahh Algos!
gece yarısı ayak bastımı
buram buram tütmeye başlar sancılar
gölgelerle baş başa kalır
akrep gibi sokmaya başlarsın kendini.
sen de sokuyorsun kendini değil mi aşkım?
ateşinle, önümde secde ederken
kulağıma fısıldadığında anlamıştım.
ahh Algos!
fısıldamadıklarını da duyumsuyorum,
sancılı sanrılarını da.
gözlerinde zamanın buğusu sarıya çalarken
yüzünde yarına dair gülüşlerini düne dair çizgilere gömmeye çalıştığını da duyuyorum.
çıkaramadığın günahların kefareti mi bu fısıldadığın sözler?
ya uyuşmuş köklerinde can arayan bana ne demeli?
birbirimize akıtalım zehrimizi diyorsun sevgili-m…
ateş etrafımızı sarmış, geçmiş kusarken içindekileri
sen; “yaşamak yeterince zor, ölmek büyük işti” diye alkış tutarken Fante’ye,
bak pikapta “High Hopes” kör kütük dönüyor aslında.
gecenin rengini tenime işleyip, bakire bir yıldıza dokunmaya çalışırken, kendi ateşine odun yapıyorsun geçmişi,
oysa üzerime biçtiğin kaftanın içinde öylesine güzelim ki…
ayazı vuruyor söyleyemediklerimin ve sen hala ellerimin neden ısınmadığını soruyorsun sevgili-m...
ahh Algos! tarihsel bir tutarlılık mı bu sendeki sevgili-m? bedenlerin coğrafyasına olan hasretin mi
bu kıvrımlarımdaki gezinişin yoksa ateşinin etrafında ayine duran benliğimin mi?
dokunup dokunup kurdukça kalp atışlarımı akşamdan sabaha
dokuyup dokuyup söktüğüm bir hikayede nefesinin ahengini dinlemeliyim oysa,” hani o bırakıp giderken seni” diye eski kırmızı bir pikapta yeni hikayeler yazarken Zeki Müren…
rüzgârın ıslığını duyor musun Algos?
ateşin ortasında, ellerim ayaklarım bağlı
göğe uzanan merdivenlerden çıkmak istedikçe
yerin dibine, cehenneme doğru yuvarlanıp duruyorum
ve sen battaniyenin altında saklamaya çalışıyorsun
sesine çarpan nefesimi…
göğün dahi göğüs geremediği bu rüzgâr Algos
göğüs kafesimi parçalayıp tüm bedenimi ele geçiyor.
sen ruhuma zerk ederken zehrini, ben ruhumdaki kıymıkları saymaya başlıyorum ve hep bir eksik battıkça
kendi ekseni etrafında dönerek yok oluyor ruhum...
aynı ilahileri farklı bir ezgide mırıldanıyorum,
uykuya dalıyor melekler ve ben darağacına asıyorum tüm inançlarımı,
inanmam için diz çöküp akıttığın gözyaşlarında boğuyorum duygularımı…
ahh Algos! kapımızı çalıyor tanrı!
nefesiyle öz’ün ebediyetini sunmak için baştan çıkaran cazibesiyle sesleniyor
oysaki miyop olan bir sonsuzlukta
cennetin bakirelerini gördüğünü sanmak kadar boştur tutunmaya çalışmak,
biliyorum…
düş’ten düşüyorum Algos ve düşük yapıyor düşlerim!
elime bıraktığın kör bıçakla kazıyorum dölünden kalanları
içimdeki acıyla acıtmak istercesine
pazartesiden pazara yedi kat kazıyorum toprağı
ve her birine ayrı ayrı gömüyorum
elime, yüzüme, göğüme bulaşan sanrılı kanını…